Soğuk Savaş"a yaklaşımı bilimsel olarak değiştirmeyi başarmış dünya çapında bilim insanı, Türk Tarih Kurumu üyesi Prof. Dr. Cemil Hasanlı'nın "Kızıl Elma Uğruna Çin-Sovyet Savaşı" adlı son kitabı kısa süre önce Bakü'de yayımlandı.
Doğu Türkistan konulu kitabının 2021 yılında Harvard Yayınları'nda basılmasından sonra, Independent Türkçe'ye geniş açıklamalarda bulunan Prof. Dr. Cemil Hasanlı, son kitabıyla ilgili de sorularımızı yanıtladı:
Daha önce Harvard Yayınları'nda Doğu Türkistan üzerine kitap ve makaleleriniz yayımlanmıştı. Günümüzde Çin Halk Cumhuriyeti içinde bulunan ve Doğu Türkistan olarak adlandırılan bölge için mücadele kimlerin arasında, ne zaman ve niçin başladı?
Türkistan, Türklerin yaşadığı geniş bir coğrafya olup büyük imparatorluklar ve devletlerin çoğu bu coğrafyada ortaya çıktı.
Bir yandan Seyhan ve Ceyhan nehirleri, öbür yandan Teklemekan sahrası, Batı'da Kaşgar'dan Altaylara kadar uzanan bir arazinin ismidir. Kaşgar, tüm Türk kültürünün beşiği olduğu gibi Doğu Türkistan ağırlıklı olarak Uygurların ata yurdudur.
Ancak Uygurların yanı sıra o bölgede Özbekler, Kazaklar, Kırgızlar, Tatarlar, Torgutlar vb. Türk kavimleri de yaşamıştır. Uygurlar için orası Doğu Türkistan'dır, Sincan ismini ise oraya Çinliler takmışlardır. 20'nci yüzyıla kadar oraya Uyguristan da denmiştir.
7-8'inci yüzyıllarda Uygur Hakanlığı zayıfladıkça, Çinliler Doğu Türkistan'ı ele geçirmiştir. Kendi ülkelerini kurtarmak için Uygurlar büyük mücadele yollarından geçmişlerdir.
1825-1828, 1857, 1862-1872, 1931-1934, 1937, 1943-1949 yılları arasında Uygurlar bağımsızlık için ölüm-kalım mücadelesi vermişlerdir. Kısa süre önce Bakü'de yayımlanan Kızıl Elma Uğruna Çin-Sovyet Savaşı: Doğu Türkistan, 1930-1950 adlı kitabım bu mücadelenin isyan aşamasına gelmiş son dönemine ışık tutmaktadır.
2021 yılında Harvard Yayınları Soğuk Savaş serisinde basılmış olan "Soviet Policy in Xinjiang: Stalin and the National Movement in Eastern Turkistan" (The Harvard Cold War Studies Book Series, Lexington Books: Lanham, Boulder, New York, London, 2021) adlı kitabımla kısa süre önce Bakü'de yayımlanan kitabım arasında ne gibi farkların olduğunu soruyorsanız, son kitabımın daha kapsamlı olduğunu söylemem gerekecek.
2021 yılından bu yana Londra Üniversitesi'nde görev yapmam, çalışmalarımın kapsamını çeşitli kaynaklar temelinde daha da genişletmemi sağladı. Bu süreçte 2019 yılında Türkiye Dışişleri Bakanlığı'nın Doğu Türkistan ile ilgili arşivlerinin açılmasının da önemli ölçüde rolü olmuştur. Örneğin Türk diplomasisinin önemli şahsiyetlerinden Memduh Şevket Esendal, 1920'li yıllarda Bakü'de yaptığı görev sırasında ve 1930'lu yıllarda Türkiye'nin Kabil Büyükelçisi iken özellikle Uygur Türklerine ilişkin çok önemli bilgi ve analizleri Ankara'ya göndermiştir. Kullandığım kaynakların çeşitliliği açısından Doğu Türkistan konusunda kaleme aldığım kitap ve makaleler arasında Bakü baskısını en kapsamlısı sayıyorum.
Bölge Moskova'nın kontrolü altında kalabilir miydi?
Aslında, geçen yüzyılın 30-40'lı yıllarında Doğu Türkistan, Çin'den daha ziyade Moskova'dan yönetiliyordu. Bölgenin tüm siyasi yaşamı, ekonomisi ve sosyal yapıları SSCB'nin kontrolü altındaydı.
1931-1934 yılları arasındaki ulusal harekat döneminde, Doğu Türkistan Türk-İslam Cumhuriyeti, Stalin'in desteğiyle Çin hakimiyetince kana boğuldu.
Urumçi ahalisinin yüzde 5'ini oluşturmalarına rağmen, doğrudan Moskova'nın desteğiyle iktidarı ellerinde tutuyorlardı. 1934-1944 yılları arasında Doğu Türkistan valisi olan Şeng Sicai, gizlice SSCB Komünist Partisi üyesi bile olmuştu.
Kendisi, 1941 yılında başbakanlığa atanması durumunda Doğu Türkistan'ın yeni bir cumhuriyet olarak SSCB'ye birleşmesini bile onaylamıştı. Yani SSCB, Doğu Türkistan'ı kendine ilhak etmenin bir adımındayken, İosif Stalin son anda uluslararası baskılardan çekinerek bundan vazgeçti.
1944-1946 yılları arasında bunun çok daha kolaylıkla gerçekleşebilme ihtimali varken, Stalin bunu yapmayarak 1946-1949 yılları arasında Doğu Türkistan, Tarbakatay ve Altay vilayetlerini kapsayan Üç Oymak İnkılabı'nı Çin'e karşı baskı unsuru olarak kullanmayı uygun bulmuştur. 1947'de Pakistan'ın kurulmasıyla tedirgin olan Moskova, bölgede tek Müslüman devletini yeterli buldu.
Doğu Türkistan kurucularının akibeti belli. Türkiye bu gelişmelerde Doğu Türkistan'a yeteri kadar sahip çıkabilmiş miydi?
Doğu Türkistan milliyetçilerinin Türkiye'ye ümit ve beklentileri yüksekti. Oranın yöneticileri Türkiye'nin Pekin, Kabil, Delhi büyükelçilikleriyle temas halindeydi. Hatta İsa Yusuf Alptekin Bey'in Türkiye gezisi olmuş ve Moskova'nın Doğu Türkistan'daki etkisini zayıflatmak için yardım istemiş ancak Ankara bu yardımı esirgemişti.
Maalesef o dönemde Türk yetkililer, Doğu Türkistan liderlerini sadece dinlemekle yetinmişti. Ancak gelişmeleri dönemin koşulları içinde değerlendirmek gerekir: Türkiye o zaman hem Moskova hem de Pekin ile Doğu Türkistan mücadele sahasında mücadele verme güç ve yeteneğinden yoksundu.
Başta ABD olmak üzere Batı, bugün Doğu Türkistan'daki insan haklarına ne ölçüde tepki verebiliyor?
Aslında son yıllarda Doğu Türkistan'da uygulanan Çin siyasetine karşı verilen mücadeleye destek, başta ABD olmak üzere Batı'dan geliyor.
"Türk Cumhuriyetleri" adını verdikleri "Türk Birliği" kurmayı hedeflediğini iddia eden kurum ve kuruluşların faaliyetsizliği göz önündedir. Onun için bu faaliyetsizlik, kayıtsızlık Doğu Türkistan mücadelesine asla ciddi katkılar sağlayamaz. Esef verici bir durumla karşı karşıyayız.
Pekin'in bölgeye tanıdığı haklar yeterli sayılabilir mi?
Yeterli değil kuşkusuz. Uygurlar, kendi vatanlarında korku altında yaşarken milli ve dini bakımdan baskılara maruz kalıyorlar.
Çin için Doğu Türkistan, öncelikle hammadde bölgesidir. Bu nedenle Doğu Türkistan ile Doğu Çin'in ekonomik açıdan kalkınmışlığı arasında büyük farklar mevcuttur.
Demografide büyük endişe uyandıran değişiklikler söz konusudur. 50-60 sene önce nüfusun yüzde 5'ini teşkil eden Çin kökenli ahalinin oranı şimdi yüzde 40'a yükselmiştir.
Bölge üzerinde Rusya'nın herhangi bir iddiası söz konusu olabilir mi?
SSCB gibi Rusya Federasyonu da Doğu Türkistan'ı Çin'e baskı unsuru olarak kullanmıştır. Ancak halihazırda Rusya'nın kendisinin baskı altında bulunmasını Çin iyi kullanarak Orta Asya'daki nüfuzunu güçlendiriyor.
Türk Birliği iddiasındaki şu bizim Türkçüler ise içi boş açıklamalardan ve kuru tehditlerden öteye geçemiyorlar. Yani silahları sadece ses bombasıdır.
Biz, Çin Halk Cumhuriyeti'yle ilişkilerin her alanda geliştirilmesine asla karşı çıkmıyoruz.
Ancak bu durumda Uygurların haklarının ihlal edilmesine de asla göz yumulmamalıdır.